Attığın zaman onu sen atmadın, atan Allah attı. (Enfâl/17)
“At Sa’d, Anam babam sana feda olsun”Müslümanlar ile Müşriklerin en çetin karşılaşmalarından biri olan Uhud Savaşı’nda, Müslümanlar yenilirken Hz Muhammed s.a.v, Sa’d Bin Ebu Vakkas’a bu cümlelerle sesleniyordu.
“At Sa’d, Anam babam sana feda olsun”.
Sad Bin Ebu Vakas’ın Hz. Muhammed s.a.v yanında o gün yaklaşık bin ok attığı rivayet edilmiştir. Peygamber kimseye yapmadığı bu övgüyü Sad Bin Ebu Vakas’a yapmıştır. Okçuların Piri denildiğinde bu yüzden akla hemen onun ismi gelmektedir.
Yay ve Ok’un hikayesi elbette Sa’d Bin Ebu Vakas ile başlamaz. Yeryüzüne “Birbirinize düşman olarak inin”(Bakara-36) ayetinde belirtildiği üzere gelen Âdem a.s, toprağa bir buğday tohumu eker. Âdem a.s ibadet ile meşgul iken ektiği tohum kuşlar tarafından çıkarılınca ALLAH’a dua eder. Bunun Cebrail as cennetten aldığı bir yay, iki ok ile yeryüzüne gelir.
Hz. Âdem sorar:
-Bunlar nedir?
Cebrail a.s yayı işaret ederek:
-Bu Allah’ın kuvvetidir.
Okları gösterip
-Bunlarda Allah’ın şiddetir.
Dedikten sonra Cebrail a.s, Hz. Adem’e ok ve yayı nasıl kullanacağını öğretmiştir.
Ok ve Yay’ın insanlığın atasından gelen misyonu birçok kavmin elinde yoğrulmuştur. Mısır, Asur, Hitit ve Çin medeniyetlerinde kullanılan ok ve yay en anlamlı yerini Orta Asya Türk kavimlerinde bulmuştur. Türklerin genlerinde bulunan savaşçı özellikler ile ok ve yayın muhteşem uyumu birleşince, cennetten gelen bu iki nesne Türklerle bütünleşmiştir. Peki Türkler için ok ve yay ne ifade etmektedir.
Türkler, Orta Asya ‘nın sert coğrafyasında gerek sınırlarını korumak gerekse ihtiyaçlarını karşılamak için küçük yaşlardan itibaren şartlara uygun bir şekilde eğitilmiştir. Yaşadıkları törenin verdiği bilinç ile her zaman savaşa hazır bulunan Türkler, ordu-millet anlayışında ok ve yayı hayatlarının bir parçası olarak kullanmıştır. Aynı zamanda Türkler okçuluğu savaş dışında dahi törenlerde ve oyunlarda eğlence unsuru olarak kullanmaya da devam etmişlerdir. Türklerin ok ve yay ile bütünleşmesi onları sınırlarının ötesinde verdikleri savaşlarda da başarılı kılmıştır. Böylelikle kurdukları devletlerle dünya coğrafyasına dağılan Türkler, ok ve yayın kapsamını daha da ilerleterek savaşlarda tarihteki dönüm noktalarına damgalarını vurmuştur. Bu da Türklerin tarihte “Okçu Millet” olarak anılmasını sağlamıştır.
Saka diye anılan İskitler’in dört nala giderken at üzerinde ok atma ve silah yapımındaki yetenekleri bilinmektedir. 5. Asırda İskit okçularının şöhreti o kadar yayılmıştır ki Atina şehrinin korunmasında görev İskit okçularına düşmüştür. Orta Asya Türk kavimlerini bir araya getiren Asya Hun Devleti lideri Mete Han ise tarihte ismi “ıslık oku” diye geçen, savaşlarda işaret oku olarak kullanılan, düşman üzerinde bıraktığı psikolojik etkiyle nam salan oku ortaya çıkarmıştır.
Türkler için sadece ok ve yay bir savaş aleti değil ayrıca hükümranlık sembolü olarak da kullanılmıştır. Bir Türk hükümdarı başka bir hükümdara haber göndereceği zaman üzerinde hükümdarın tamgası olan bir ok bu iş en uygun araç olarak seçilmiştir. Ayrıca Göktürkler zamanında altından yapılan temrenler (ok ucu) bal mumu ile mühür olarak kullanılmıştır. Ancak konuyla ilgili bilinen çok önemli sayılacak işaretler Oğuz Kağan Destanı’nda yer almaktadır.
Türk büyüğü Oğuz Kağan’ın altından bir yayı vardır ve aynı zamanda okları da altındandır. Oğuz Kağan üç oğluna yay verir. Der ki: “ Yay, atanın elinde olur, Siz Orta Asya’da olup, devlet bekasını sürdüreceksiniz.” Diğer üç oğluna ise ok verir ve “Siz menzil alıp, dünya’ya yayılacaksınız.” Yay alan Bozoklar doğuda, Ok alan Üçoklar ise batıda akıncılar olarak görevlendirilir. Bu diziliş Türklerin hakimiyet anlayışının ok ve yayın hükümranlık sahasının bir simgesi olduğunun göstergesidir. Selçuklu Devleti de aynı şekilde ok ve yayı sikkelerde ve fetihnamelerde kullanarak sembolün getirdiği algıyı devam ettirmiştir.
Türk devletlerinin büyük önem verdiği yay ve ok en parlak dönemini Osmanlı Devleti’nde yaşamıştır. Osmanlı Devleti okçulara o kadar çok önem vermiştir ki İmparatorluğun 36 şehrinde okçular için meydanlar tahsis edilmiştir. Bunun ilk örneklerinden biri de Orhan Gazi zamanında Bursa’daki Atıcılar Meydanı’dır. Ancak Fatih Sultan Mehmet tahtta iken okçuluk daha da kurumsallaşmış, Fatih İstanbul’un fethinden sonra şahsi varlığından özel mülkiyette bulunun bir araziyi alıp vakıf olarak okçulara tahsis etmiştir. İşte bu tahsis edilen yer bugünki bilinen Okmeydanı’dır. Buranın fetih sırasında Padişahın otağını kurduğu yer olduğu kimi kaynaklarca da dile getirilmektedir. Sultan buraya o kadar önem vermiş ki, burada halkın durmasını, hayvanlarını otlatmasını, tarımsal faaliyetlerini sürdürmesini bir ferman çıkararak yasaklamış hatta fermana “Burası o kadar mühimdir ki, buradan sert tırnaklı hayvan geçmeye, gerekirse üstünde kuş bile uçurulmaya diye” yazdırmıştır. Buraya verilen önem bununla da kalmamıştır. Padişaha doğrudan bağlı olan Yeniçeri Ağası, Okmeydanı ve buraya kurulan Atıcılar Tekkesini korumakla görevlendirilmiş, buraya abdestsiz girilmesine ve atların bağlanmasına dahi izin verilmemiştir.
Peki bir Osmanlı okçusu olmak kolay mıydı? Osmanlı’da yay çeken anlamında kullanılan kelimenin karşılığı Kemankeş idi. Kısacası Osmanlı okçularına Kemankeş denirdi. Kemankeş olmak için çok küçük yaşlardan itibaren başlayan ciddi disiplin ve manevi eğitime tabi tutulmak gerekirdi. Dikkat edelim, sadece yayı öğrenmek ya da ok atmak değil manevi bir eğitim ve sabırdan bahsediyoruz. Öyle ki Osmanlı Devleti’nde meydanlarda yapılan menzil atışı müsabakalarında İmparatorluğun en iyi kemankeşleri kıyasıya yarışırdı. Yapılan müsabakalardaki menzil atışları bugün dahi kırılamıyor. Buradan okçuluğun manevi tarafını çok az da olsa anlayabilirsiniz. Okçuluğun bedensel eğitim sürecinden de bir örnek verelim. Kemankeş olmaya talip kişi bir ustaya bağlanır ancak eline yayı alıp hemen ok atamazdı. Yayı germeye yaran ipe çile denir. Kemankeş olmak isteyen ilk önce üç sene yayına ok koymadan çile çekmesi gerekirdi. Çile çekmeden okla talim yapmaya geçilemezdi. Usta Kemankeşin himayesinde antrenmanlara başlayan bir taliplinin defterli kemankeş olabilmesi için ise 900 gez yani 547 Metre ok atması gerekirdi. İşin sabır yönünün ne kadar önemli olduğunu buradan anlayabilirsiniz.
Türk yayını benzerlerinden peki üstün kılan özellikleri neydi? Osmanlı Devleti’nde ustaların yaptığı yaylar emsallerinden daha güçlü ve maharetli Kemankeşlerin elinde harikalar yaratacak kadar mükemmeldi. Türk yayı birçok malzemenin birleştirilmesinden elde edilirdi. Kompozit olan Türk yayı okun daha da uzağa gitmesi için tasarlanmış ayrıca at üzerinde ok atmak için benzerlerine nazaran daha da kısa yapılmıştır. Yayın yapısı okçunun yeteneği ile birleştiğinde at üzerinde manevra kabiliyeti artar böylece 360 derecelik atışlar kolaylıkla gerçekleştirilebilirdi. Osmanlı okları da ustanın maharetini konuşturduğu kadar dünyada eşine rastlanmayacak kadar dengeli ve kısaydı. Çam gibi hem hafif hem de sert ağaçlardan elde edilen okların dengesi için “yelek” adı verilen güvercin, kuğu gibi hayvanların tüylerinden faydalanılırdı. Konu çok detaylı olmakla beraber bugün geleneksel okçuluğu yaşatmak isteyen ustaların manevi ellerinde hem ok hem de yayın geleceği sürdürülmeye çalışılmaktadır. Konuya meraklı olanların ok ve yay yapımı ile araştırma yapmasını öneririm
“Tüfek icat edildi mertlik bozuldu” derler. Ateşli silah icadıyla ok ve yay harp sahasından uzaklaşmaya başlasa da varlığını meydanlarda sürdürmeye devam etmiştir. Özellikle menzil atışlarında kıyasıya yarışan kabze almış Defterli Kemankeşler isimlerini tarihe yazdırmak için mücadele ederdi. Kabze almış Kemankeşler arasında Sultan II. Mahmud da yer almakta ve kendisinin de rekorları bulunmaktadır. Ancak ismini tarihe yazdıran bir kemankeş vardır ki bugün halen daha rekoru kırılamamıştır. Kemankeş Tozkoparan İskender Arkurı Menzili’nde yaptığı 1281,5 gezlik (778 m) atışla tarihteki en uzun menzil atışına imza atmıştır.
Geleneksel Türk okçuluğunun değeri paha biçilemez derecede büyüktür. Türklerin elinde yoğrulan ok ve yay, İslam Peygamberi Hz. Muhammed s.a.v övgüsünden ve ilgisinden nasibini çok yüksek derecede almıştır.
“Atıcılığı ve Kur’an’ı öğreniniz.”
“Ok atmak nafile ibadetten daha hayırlıdır.”
“Sıkıntısı olan kişi ok ve yay edinse sıkıntısı zail olur.”
Yukarıdaki hadisler Hz. Muhammed sav konuyla ilgili 40 kadar hadisinden yalnızca bir kaçıdır.
Geleneksel Türk okçuluğu son yıllarda yeniden canlandı. Ok ve yay tarihten aldığı misyonu yeniden kuşanıyor… Atılan ok dünya menziline doğru hareket ederken diyoruz ki:
Ne hevâ vü ne kemân ü ne kemânkeş; âncak erdiren menzilîne tîri nidâ-yı Yâ Hakk!”
(Oku menziline ulaştıran ne yaydır, ne okçunun kuvvetidir ne de havadır. Oku hedefine ulaştıran Ya Hakk nidasıdır.)
Attığın zaman onu sen atmadın, atan Allah attı. (Enfâl/17)
Dr. Cem TURAN (Pars Tigin)
NOT: Talep olursa okçuluk üzerine yazı dizisini devam ettireceğiz.